Cherreads

KIRMIZI DOSYA: BİRBİR’İN ATEŞİ

Zeynep_Akçay
7
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 7 chs / week.
--
NOT RATINGS
10
Views
VIEW MORE

Chapter 1 - 1.BÖLÜM :KAÇ ,SAKLAN VE KARS

KARS/7.GÜN

Karstaki 7. Günümdü..

Kars'a ayak bastığımda ilk hissettiğim şey… donmaktı. Evet, dram kasanlar gibi "içimde bir boşluk oluştu", "anılar ciğerimi yaktı" falan demeyeceğim. Ciğerim değil, burun deliklerim yandı. Eksi bilmem kaç derece. Neymiş efendim, "sıla hasreti".

Ben sıla diye bildiğim bu şehri terk ederken arkama bile bakmadım. Ama işte kaçmanın da bir süresi var. Kaçamadım. Dönmek zorunda kaldım. Hani bazıları "evine dönmek gibisi yok" der ya… Onların evine dönmesi sıcak bir battaniye gibi olabilir ama benimki mayın tarlasına yalın ayak yürümek gibi. Ve evet, ayağımda da çorap da yok :)

İsmim? Ha… "Bir Bir." İlk duyduğunda insanın aklına düğün davetiyesi geliyor değil mi? "Bir Bir dünya evine giriyor." Gerçekten de dünya bana öyle bir ev verdi ki, kapısını içeriden kilitleyip anahtarı dışarı fırlattım.

"Bir Bir. Anlaması kolay, unutması zor, ciddiye alması imkânsız." Bir isim derim hep uğurlu sayım 1 ironik mi hah ironi görmemişsin sen !

Bu ismi bana babam koydu. Doğumumda annem ve ikizim ölmüş. Babam bu trajediyi kendi tarzında çözmüş: "Bir tanesi kaldıysa, adı da Bir Bir olsun." Düşünsenize, matematik bile bu mantıkla ilerlese sonsuzluk denklemi çözülürdü. Adam zaten hilekâr, kumarbaz, sözde dindar bir ayyaş. "Kader" dediği şey, zar attığında gelen çift altıydı. Bana "Hayatta güçlü ol" dediği gün, cebinden çıkan sahte kimliği yere düşürmüştü. İşte benim rol modellerim böyleydi: sahte pasaport, kırık diş, kaçak sigara.

20 yıl... Uzun bir cümle gibi. Başında virgül, ortasında noktalı virgül, sonunda da... valla hâlâ nokta yok. Kafes dövüşüyle başladım. Çünkü konuşarak anlaşmak bana göre değildi. Ya da kimse suratımı görüp konuşmak istemedi, bilmiyorum. Sınır yarışlarına karıştım; Ringe sıradan bir günde " Diego" ile tanıştık ve yarışa beni almasını sağladım, çünkü "neden olmasın?" benim en güçlü motivasyonumdu. Bir gün sahte polis oldum, ertesi gün kelle avcısı. Ve sonra dolandırıcılık… Aman tanrım, onu da öyle şevkle yapmadım yani; ama bazen hayatta kredi kartı limiti insanı yaratıcı yapıyor.

Evet, bir ara Evelyn Forks adında bir dedektif olarak Los Angeles'ta çalıştım. Bir kimlik kartı, biraz karizma, biraz da kanunsuzlukla karışık zekâ. Louis'le birlikteydik o dönem. Yani suç ortağım diyemem, çünkü aramızda suçtan daha fazlası vardı. Birbirimizi yakalanmadan yakalardık. İronik, değil mi? Neyse, sonra o kayıplara karıştı öldü dendi. Ben ise... hâlâ çamaşır suyunu içip içime sinmeyen suçları temizlemeye çalışıyorum.

Rus mafyası? Ah, canlarım. Beni bir keresinde elektrikli sandalyeye bağladılar. Sandalye bile bana acıyıp kısa devre yaptı. Kaçtım, o aralar sahte polislik bitmişti Louis ilr yollar ayrılmıştı ama o beni kurtardı sonrada kayıplar işte anladınız .. kaçmak için doğmuş gibiyim zaten. Ama işte, sonunda yol yine buraya çıktı. Kars'a. Kafamda bin soru, cebimde sıfır lira.

Gençliğim? Evet, bir lanet gibi yapıştı üstüme. Beden yaşlanmıyor, ama içim ahşap bir sandalye gibi gıcırdıyor. Herkes yaşımı sorunca "hangi kimliğe göre?" diye cevap vermek istiyorum. Genç görünmek bazen avantaj gibi görünse de... peşindeki herifler yaş sormuyor, sadece hedefin yumuşak karnına odaklanıyor.

Şu an? Saklanıyorum. Kaçıyorum. Hakkımda arama kararları, infaz emirleri, zamanında kelle avcılığı yapan cellat ben iken şimdi onlarca cellat peşimdeydi. Arkamda bırakmak istediğim hayatın izleri hâlâ boğazımda. Ama işte Kars'tayım. Bu sefer saklanmak için , eskiden " bu bana göre değil" diyerek kaçtım ama kaçamamışım sadece saklamışım . Belki de kader, bana "Bir Bir" dediği gibi şimdi de "bire bir" bir hesap sunacak. Kartlar dağıtıldı. Zarlar atıldı.

Ve ben, hâlâ o zarları havada yakalayıp cebime atmaya çalışan bir hilebazım...

KARS / SABAH

Gözlerimi açtığımda tavan bana yukarıdan bir ölü gibi bakıyor. Sararmış, çatlak ve suskun. Sanki ben uyurken üstüme çökmeye çalışmış da son anda vazgeçmiş gibi.

Yüzümü yana çeviriyorum; boş bir su şişesi. Diğer tarafa dönüyorum; metal yığınına dönüşmüş, küskün bir soba.

Titriyorum.

Soğuk içime işlemiş. Ne sızlıyor, ne acıtıyor. Sadece var. Tıpkı ben gibi.

Varım ama ne için, neden… Bilmiyorum.

Ayağa kalkmak için dizlerime komut gönderiyorum ama gelen yanıt biraz gecikmeli oluyor. Yani, diz kapaklarım da artık bana güvenmiyor.

Açım. Susuzum. Yorgunum. Ve hayattayım.

Bunu bir lanet gibi hissediyorum çoğu zaman.

Kars'ta yeni bir sabahım.

Saklandığım izbe bina; harabe demek bile lüks. Duvarları çatlamış, camları yok. Kimi geceler rüzgâr, uykumun içine kadar giriyor. Bazen gözüm açık, duvara bakarak sabahı bekliyorum.

Ama artık yiyeceğim de kalmadı. Su desen, son damlasını dün gece içtim.

Cebimde hâlâ birkaç sahte kimlik var. Ama bu şehir artık öyle bir yer değil. Burada sahte değil, tanıdık olmak lazım.

Ben tanıdığım herkesi geride bırakalı yirmi yıl olmuştu.

Sokağa çıktığımda kar dizime kadar çıkıyor.

Yürürken neredeyse her adımımda geçmişten bir gölge çıkıyor karşıma.

Şu köşede Lale'yle sigara tüttürürdük gizlice.

O durakta Ayça'yla kavga etmiştik.

Şuradaki ev... hâlâ duruyor mu acaba?

Ama artık buralı değilim. Olmadığımı ben de hissediyorum, buralar da.

Sokaktaki insanlar bakmıyor bile. Ya da ben öyle sanıyorum.

Yüzüme fazla bakan biri olacak olursa, anında kaçırıyorum gözlerimi.

Belki bu yüzden onu ilk fark eden ben oldum.

Lale.

Kalabalığın ortasında öylece duruyordu. Omuzlarına atkısını dolamış, elinde bir pazar çantası vardı.

Ama gözleri... gözleri hâlâ yirmi yıl öncesindeki gibiydi.

Her şeyi sorgulayan, her an patlamaya hazır bir sabır taşı gibi.

Göz göze geldik.

Bütün dünya bir saniyeliğine durdu.

Kar bile yere inmeyi unuttu.

"Sen..." dedi.

Adım atmaya başladı.

"Sen misin?"

Kaçmalıydım belki.

Ama kıpırdayamadım. Ne ayaklarım dinliyor beni ne aklım.

Ben de adım attım.

"Değilim," dedim. "Benim ben olmam mümkün değil."

"Bir Bir..."

"Hayır. Ben... ben sadece su arayan, serseri bir zaman kazasıyım. Lütfen, varsa bir çeşme göster. Kim olduğumu sonra tartışırız."

Sesi çıkmadı. Sadece yüzü değişti.

Yirmi yıl önceki Lale gitti, yerine yorgun ama inatçı bir kadın geldi.

Yanıma kadar geldi. Yüzüme dikkatle baktı. Elini uzattı, yanağıma dokundu.

"Bu nasıl olur...?" diye fısıldadı. "Sen... hiç değişmemişsin."

"Gençlik iksiri," dedim. "Ama yan etkileri kötü. Sonsuza dek kaçmak mesela."

"Ciddiyim Bir Bir," dedi. "Hiçbir şey olmamış gibi görünüyorsun. Hatta... daha gençsin gibi."

Omuz silktim. "Zamana kafa tutuyorum ama o da pes etmedi henüz."

Bir an sessizlik oldu. Sonra yüzünü buruşturdu.

"Yirmi yıl. Hiç mi haber vermezsin? Beni burada, her şeyin ortasında bıraktın." dedi gözleri dolu dolu oldu.

Başımı eğdim.

O an, özür dilemekle susmak arasında kaldım.

Hiçbiri yeterince doğru gelmedi.

"Hayatta kalmam gerekiyordu," dedim. "Benim için bile zordu. Kimseye yük olmak istemedim. Sana özellikle."

Lale'nin gözleri parladı. Öfkeden değil.

Yaralanmaktan.

"Yük olmak mı? Birlikte büyüdük biz. Ben senin kardeşindim hani ?"

"İşte tam da bu yüzden bıraktım seni. Kardeşimi korumam gerekiyordu. Bazen, gitmek de korumaktır, seni kendimden korumam gerekiyordu. "

Sustuk.

İnsan en çok eski dostlarıyla sessiz kalınca yoruluyor.

Hemen ardından tuttu kolumu:

"Yürüyorsun. Gel. Oturacağız. Anlatacaksın. Her şeyi. İstisnasız. Zaten kafamda bin tane soru var. Beni deli etme. Kafeye gidiyoruz."

Kafeye gidiyoruz, dediği şey: Bağır çağır sorguya çekileceğim yer. Harika.

"Lale... bir kahveyle anlatılacak kadar kısa değil bu hikâye. 20 yıl. Dile kolay. Yani, anlatayım anlatmasına da... kafede fiyatlar uçmuş, en azından yemeği sen ısmarlarsın, ha?"

Hiç gülmedi. Hiç. Gülseydi zaten ondan şüphelenirdim. Bir kadın 20 yıl sonra karşısında yaşayan bir hayalet bulmuş gibi bakarken, espri kaldırması da fazla olurdu.

Kars'ın merkezine doğru yürümeye başladık. Kar sessizdi, biz de öyle. Adımlarımızı dinliyordum. Her biri geçmişe bastıkça çatırdayan bir anı gibi. Lale ağzını açmıyordu ama onun beyninde resmen alt yazılar dönüyordu: "Bu kim? Ne yaşadı? Ne haltlar karıştırdı? Şimdi neden burada?"

Ben de düşündüm. Ne anlatacaktım? Neyden başlamalıydım?

Hangi birinden...