Cherreads

Chapter 10 - -10-

Dorian bir bana baktı, bir de yere yığılan çocuğa.

"Hayır, hayır, öyle yapmak istemedim!"

Beni ve kendini ikna etmeye çalışır gibiydi.

"B-ben... böyle olsun istemedim! Sadece korkutacaktım!"

Ardından direkt bana baktı: "Senin ne işin var burada!?"

Avazı çıktığı kadar bağırıyordu: "Defol! Hiçbir şey görmedin, tamam mı!?"

Ardından yakama yapıştı. Tepki veremedim çünkü gördüklerim karşısında kanım donmuştu. 

Önümde bir cinayet işlenmişti ve eğer erken davransaydım engelleyebilirdim bile.

Öte yandan, bu olay bulaşmamam gereken bir şeydi. En başında onları takip etmemeliydim.

"Duyuyor musun beni!? Yemin ederim seni de öldürürüm!"

O sırada kendime geldim. Ölmeyecektim. Gözlerinin içine uzun uzun baktım, ardından anılarından benim olduğum yerleri sildim.

Hafızasını sildiğim anda yakamı bırakıp yere yığıldı. Ama şimdi buradan kaçmak vardı. İşin içinden nasıl çıkacağımı düşündüm.

Eğer biri beni burada görse kesinlikle şüpheli gözükecektim. Ama kaçarsam da bir ölüyü burada bırakmış olacaktım. Öte yandan, hafıza silme büyüm yalnızca 1-2 dakika karşıdaki kişiyi uyutabilirdi. 

Her şekilde ölü bulunacaktı, bu durumda en iyisi koşarak bunu güvenliğe haber vermekti. Böylece hem cinayeti yeni görmüş gibi görünecektim hem de Dorian uyanmadan kaçabilecektim.

Öyle de yaptım. Hemen en yakın güvenliğe haber verdim, hemen ambulansı aradılar.

Ama çocuk kurtulamadı. Dorian kısa süreli bir hapis cezası aldı, hepsi bu. Benim de ifademi aldılar ancak sıyrılabildim.

Festival bu sırada devam etti. Cumhurbaşkanı okulumuza geldi ve Luceat ablayla konuştu. Bunun hiçbir yere sızdırılmaması için anlaşma yaptı. Ancak sadece 2 gün saklayabildiler. Ölen çocuğun yakınlarından biri olayı patlattı, festivale bomba gibi düştü.

Ardından haber Belmare'a kadar uzandı. İki ülkede de ortalık karıştı. Ama katilin ismi ifşalanmadı, ifşalamak isteyenler susturuldu.

Ama ben, duyduklarımı Luceat ablaya geç de olsa aktardım. Kanı donmuş bir şekilde olayı dinledi.

"Buna şahit olduğun için çok üzgünüm." dedi önce, sonra devam etti:

"Kesinlikle bizim bulaşmamamız gereken bir şeymiş. Hafızasını silip kaçmakla doğrusunu yapmışsın. Kamera kayıtlarında çıktıysan onları yok ederim, sıkıntı yok."

"Hayır, kameranın olduğu bir yerden geçmedim. Kaçarken dikkatliydim."

"Oh, bu iyi işte. Yine de kontrol ederiz." dedi ve derin bir nefes alıp bir sigara yaktı. Dumanı üfledikten sonra konuştu:

"Off, ben nasıl bir duruma düştüm böyle! Üniversitenin itibarı yerle bir olmakla kalmadı, ayrıca bir genç hayatını kaybetti. Ne yazık!"

"Luceat abla, üzmeyin kendinizi. Bu ana kadar çözmediğiniz bir şey olmadı, yine çözersiniz."

Sigaranın külünü kül tablasına attı.

"Çözülecek zaten. Belmare'a gideceğim."

"Ne!?" dedim şaşkınlıkla.

"Başka çarem kalmadı. Rektörle konuşmam gerekiyor."

Durakladı, sonra devam etti:

"Hem oğlumu da görmüş olurum. Ona bir ev alacağım oradan. Birlikte bakarız."

Ona olan desteğimi göstermek istedim.

"Siz üstesinden gelirsiniz mutlaka. Doğru olanı yaparsınız. Ben de burada kalıp size haberleri iletmeye devam edeceğim, hiç şüpheniz olmasın."

Luceat abla başını onaylarcasına salladı ve gülümsedi: 

"Şüphem yok."

Ardından sordu: "Luis ile nasılsınız?"

"İyiyiz. Luis gelecek dönem de burada kalacakmış."

"Bak sen şu çocuğa!"

Kıkırdadım.

"Ailesini biraz zor ikna etti ama halletti. Bu arada, Sarp'tan duydunuz mu bilmiyorum ama Marin hakkında..."

Lafımı tamamlamadım, onun tepkisini bekledim. Luceat abla başıyla onayladı.

"Duydum. Durumu iyiymiş şu an. Ama Sarp o kıza bağlanmış gibi duruyor, bu beni endişelendiriyor."

Ah, bu ailenin bir cazibesi vardı, esas bağlanmasa şaşırırdım. Ben bile Luis'e bağlanmayı başardım.

"Luceat abla, kaderde ne varsa o yaşanır. Bazen endişelenmek yerine olayları akışına bırakmak daha iyidir."

Luceat abla şöyle bir düşündü, sonra yanıtladı:

"Haklısın aslında, ama yine de bir görevi olduğunu unutmasından korkuyorum."

"Aslında Marin'i işin içine direkt katmak daha doğru olmaz mıydı? Biliyorum, yönteminiz böyle ancak belki Marin de bir şeylerden şüpheleniyordur, ya da abileri..."

"Hayır, olmaz. Kimse planımızı bilmemeli. Daha önce de konuşmuştuk."

"Biliyorum, sadece olsaydı ne olurdu diye düşündüm."

"Anladım seni, ama olmaz. En azından şimdilik..."

O sırada telefonum çaldı. Arayan Luis'ti.

"Pardon, Luis arıyor da, açabilir miyim?"

Luceat abla güldü: "Bana niye soruyorsun, aç tabii."

Telefonu açtım.

"Alo?"

"Ateş böceği, uygun musun?"

"Şey, sayılır, ne oldu?"

"Bugün seni kaçırmak istiyorum. Aslında, Lichteria'yı hâlâ tam bilmiyorum ama kaldığım süre içerisinde birkaç yer öğrendim."

Kıkırdadım.

"Kaçıracak mısın?"

"İtirazın mı var?"

"Madem kaçıracaksın, neden fikrimi soruyorsun? Sadece yap."

"Tamam, ama burada arabam yok ne yazık ki. Neredeysen seni taksiyle oradan alacağım."

"Lojmandayım."

"Madem öyle, o zaman 1 saat içinde hazırlan. Kötü adamın teki seni kaçıracak."

"Aman ne kötü!" dedim ve gülerek kapattım telefonu.

Luceat abla bana gülümseyerek bakıyordu: "Bir randevun var sanırım."

Utanarak gülümsedim: "Evet."

Birden Luceat abla beklenmedik bir teklifle geldi:

"Dawn, sana hazırlanmanda yardım edebilir miyim?" 

Şaşkınlıkla kabul ettim.

"O-olur, ama sizi oyalamam değil mi-"

"Şu an bir işim yok ve bunu çok istiyorum. Lütfen..."

Her zamanki ciddi ve ölçülü hali gitmiş, çocuksu bir hevesle bana bakıyordu.

"Tamam, o zaman ilk kıyafet seçelim mi?"

"Olur."

Odama çıktık ve randevuya uygun bir kıyafet seçtik. Ardından Luceat abla saçlarımı ve makyajımı yapmamda yardım etti.

Bukleli saçlarım, toz pembe tonlarında makyajım ve açık mavi mini elbisemle gerçekten çok güzel olmuştum. Randevuya hazırdım.

Luceat abla, Luis gelmeden çıktı, ben de Luis'i beklemeye başladım.

En son zil çaldı. Kapıyı açtım. 

Kısa kollu beyaz, uzun bir tişört üzerine siyah ipli bir kolye takmış, altına da siyah kot pantolon giymişti. Saçlarının önlerini hafif dağıtmıştı. Bileklerinde de deriden ve ipten bileklikler vardı. Aymı zamanda ondan hafif yeşil çayla okyanus karışımını andıran bir parfüm kokusu aldım.

Gerçekten bu yakışıklı çocuk benim sevgilim miydi?

O da beni aynı şekilde süzdü: "Çok güzelsin."

Utanarak gülümsedim.

Ardından "Hadi, gel." dedi ve taksiye bindik. Takside yol boyunca elimi tuttu, hiç bırakmadı. 

"Nereye gidiyoruz? Hâlâ söylemedin."

"Sürpriz." dedi Luis.

Taksi bir müzenin önünde durdu. Luis parayı ödedikten sonra çıktık.

"Ah, burası..."

Neresi olduğunu anlamıştım. Burası, annemle babamın beni küçükken sık sık götürdüğü Işık Müzesi'ydi. İçinde çeşitli ışıklardan oluşan odalar ve süsler vardı. O kadar güzel eşyalar ve süslenmiş odalar vardı ki çocukken her geldiğimde büyülenirdim. Sanki masaldan ya da saraydan fırlamış gibi güzeldi.

"Burayı Lichteria'ya ilk geldiğimde keşfettim. Beğenir misin ya da daha önce geldin mi, bilmiyorum ama..."

"Buraya ailemle gelirdim." dedim bir anda.

Luis şaşkınlıkla baktı. Ben devam ettim:

"Burasının yeri bende ayrıdır. Çok severim."

Ardından ona döndüm: "Beni buraya getirdiğin için teşekkür ederim."

"İsabetli bir seçim yapmışım. Sevindim." dedi Luis ve elimi tutup bana gülümsedi.

"İçeri girelim mi?" diye sordu Luis.

"Olur." dedim gülümseyerek ve hâlâ elimizi tutarken içeri girdik.

İçerisi birkaç değişiklik harici hatırladığım gibiydi. Savaşa rağmen burası çok büyük bir zarar görmemişti.

Bir süre gezdik, sonra ışıktan bir gece manzarasının olduğu bir odaya girdik. Tavandaki yıldızlar o kadar gerçekçi hissettiriyordu ki, gerçekten gökyüzüne bakıyor gibi hissediyordum.

"Luis, yıldız kaydı, dilek tut!" dedim heyecanla.

"Gerçek değil ki o."

Omzuna ittirerek vurdum: "Bozmasan ne olur sanki?"

Luis güldü: "Şaka yapıyordum."

"Bazen çok gıcık oluyorsun."

"Biliyorum."

Ardından çeneme dokundu: "Ama bunu seviyorsun, değil mi?"

Bana o kadar yakındı ki, nefesini hissedebiliyordum.

"Luis, beni burada öpmeyi planlamıyorsun değil mi? Herkesin içinde..."

"Herkesin canı cehenneme!" dedi ve beni gerçekten de öptü.

Nasıl direnebilirdim ki? Ben de ona karşı koyamıyordum.

Luis geri çekildi. Bir süre gözlerimin içine baktı, ardından beni öpmeye devam etti.

Tekrardan geri çekildiğinde ikimiz de gülümsedik.

"Yaptın ya bunu da..."

"Yaparım. Sevgilim değil misin?" dedi Luis ve eliyle yanağımı okşadı.

Gözlerinin içine baktım.

"Seni hak edecek ne yaptım ben?"

"Aslında, hak etmeyecek çok şey yaptın da-"

Onu ittirdim: "Çekil."

Luis gülmeye başladı: "Sinirlenince çok tatlı oluyorsun."

Bir süre sinirli şekilde durdum, sonra acı bir şekilde gülümsedim: "Ama haklısın, seni hak etmiyorum ben."

Luis bana sarıldı: "Sadece şakaydı. Esas ben seni hak edecek ne yaptım?"

Başımı omzuna gömdüm ve ben de ona sarıldım.

"Yaşadığımız her şeye rağmen seni seviyorum. Belki normal bir şekilde tanışmadık, pek iyi ilerlemedik ama sonucundan memnunum. İyi ki hayatımdasın." dedim.

Luis daha da sıkı sarıldı: "Sen de, iyi ki hayatımdasın."

Müzeden çıkışta sahile gittik ve güneşin batışını bir bankta elma şekeri yerken izledik.

"Çocukluğum bununla geçti." dedi Luis.

"Benim de."

"Ee, nasıl hissediyorsun?"

"Hiç olmadığım kadar huzurlu." dedim rüzgar hafif yüzüme vururken.

"Eh, ben böyle huzur veririm insana işte."

Kıkırdadım.

"Narsist."

"Narsist değilim, sadece kendimin farkındayım."

"Hadi ya!"

İkimiz de güldük.

Güneş yavaş yavaş battı ve biz birbirimize sarılmış bir şekilde, elma şekeri yerken zamanın nasıl geçtiğini fark etmedik.

-Hidden Light Final-

More Chapters